Bir adım attı biri. Bir kapı çalındı, beklenmedik bir zamanda. Ve bir feryat koptu, yeri göğü inleten kulakları sağır eden.
Herkeslerin yabancı olduğu bir zamanda tanıdıklar, dostlar düştü ortaya. Feryada ağıtlar yaktılar. Nedensiz sorgulamalar içindeydi gözleri.
Kim? Neden? Soruları soruldu, denk gelinen gözlere, ağlarken. Susmak bilmedi gözyaşları. Bir çağlayan misali suladı kurak toprakları. Apansız bir ayrılığın sancıları çekiliyordu. Çok sevilen ve hiç ölmeyecek sanılan birinden ayrılmanın üzüntüsü. Kızardı gözleri usulca, yavaş yavaş, acıttı birçok kalbi, yaraladı. Unutulmayacak bir hatıra olmak üzere kalplerde yerini sağlamlaştıran, minnet duyulan, cennetlik olduğuna inanılan kişiye akıtıldı ne varsa. Öfke, nefret, sevgi, aşk ve bütün duygular. Anlamlı anlamsız cümleler kuruldu. Kelimeler öz belleklerinden fırladı. Anlam kargaşası yaşadılar kendilerine inanamadan, kendilerinden geçtiler, anlamlarından anlamlar seçtiler.
Çok değil daha gideli birkaç ay olmuştu ailesinden ayrılalı. Adı Memati’ydi. Önce adı ve bedeni ayrıldı sevdiklerinden. Çok geçmeden acı haberi geldi. Ruhunu teslim etmişti Azrail’e. Neyi var neyi yoksa bırakıp gitmişti. Bir şehitti. Alnı aktı, gözü pekti. Askerlik çağı geldiğinde bütün Türk gençleri gibi o da yerini almıştı. Vatanını savunacaktı, sevdiklerini, sevmediklerini belki nefret ettiklerini bile. Ama önce vatandı, milli sınırlar önemliydi. Bir insanın canından bile. Hiç anlam veremediği bir kargaşada hiç anlam veremediği kurşunlara hedef olmuştu. Sevdikleri ölmesin diye ölmüştü fakat kabullenmek zordu.
Annesi Zekiye Hanım el bebek gül bebek büyütmüştü, uçan kuştan sakınmıştı onu. Şimdi kuşlar uçuyordu cenazesinde ve ruhu kanatlanmıştı gökyüzünde. Dayanamadı acı habere Zekiye Hanım duyduğunda kulaklarına inanmak istememişti. Zaten o askere gittiğinden beridir televizyonda haber izlemiyor, gazetelere bakmıyordu. Yetimdi Memati. Babasını sadece resimlerden görmüştü. Babası da kendisi gibi kahraman bir Türk genciydi. O da şehit olmuştu. Babasını o kadar özlüyordu ki, askere gittiğinden beri dua eder olmuştu… “Allah’ım beni de babam gibi şehit olan kullarından eyle” diyordu. Askerliğinin 33.gününde şehit olmuştu. Kelime-i Şehadet getirmeye vakti olmuş, vurulduğunda yanında olan arkadaşı Mustafa ve komutanı Binbaşı Mehmet bey söylemişti. Tek kurşun isabet etmişti, tam kalbine ama vurulan sadece Memati değildi. Onunla birlikte annesi Zekiye Hanım, kız kardeşi Fatma ve bir ömürlük sevgilisi, 6 yaşından beri her şeyi beraber yaşadıkları Emel’de ölmüştü. Ruhları geziniyordu dünya semalarında ama akılları Memati’nin ruhunun sonsuzluğa uçuşuna takılmıştı. Onsuz hayatlarının anlamsızlığına.
Bir yağmur başladı bardaktan boşanırcasına. Evin içinde akan gözyaşlarından tek farkı çakan şimşekler ve düşen yıldırımlardı. Önce çatılar ıslandı yağmurla. Sonra gözyaşlarıyla taziyeye gelen herkes. Bir yağmur başlamıştı durmak bilmiyordu. Dışarıda şimşekler çakıyor evde feryatlar ağıtlar bir senfoni edasıyla evin duvarlarında yankılanıyordu. Taziyeye gelenler de dayanamıyorlardı artık. İçeri girenler birkaç dakika sonra başka üzüntülerin, kederlerin birikintilerini Memati’nin toprağını sulamak için kullanıyorlardı. Bu ağır ve acıklı senfoni artık ağlamaktan yorulan ve sesi kesilen bedenlerin bayılmalarıyla kesilir gibi oldu. Ama acı bitmiyor aksine katlanıyordu. Binbir düşünce dolanıyordu sevdiklerinin akıllarında. Gelecek planları, geçmişteki anıları ve şimdiki zamanın acısı.
Sabah olunca uyumayan, göz pınarlarını kurutan gözler kapanmadan güne devam ettiler. Cenaze defnedilecekti. Sevenler onları en çok seveni toprağa terk edecekti. Bir ayrılık senaryosu yazmıştı birileri. Ve oyuncular son perdede en iyi performanslarını sergiliyorlardı. Biri gitmişti. Kalanların sevmelerine, ağıtlarına, hasret cümlelerine inat gitmişti ve geri dönmeyecekti.
Beden alındı omuzlara ve hak ettiği şekilde uğurlandı toprağa. Dualar savruldular havaya. Herkes nasibine düşeni çaldı hak etmeseler de. Ve sevenler son bir gayret tekrar başladılar senfonilerine. Gidene inat, ölümüne feryat ettiler. Birileri daha öldü o gün. Kimse anlamadı kim öldü. Mezara gömülen Zekiye Hanımdı. Arkasından ağlayan Fatma ve bunları göremeyen, duyamayan Memati.
Emel ise istediğini almıştı, Memati kollarındaydı, ama Memati’nin kollarında kimse yoktu. Hatta kolları bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder