20 Şubat 2009 Cuma

Bir Ağıt Senfonisi

Bir adım attı biri. Bir kapı çalındı, beklenmedik bir zamanda. Ve bir feryat koptu, yeri göğü inleten kulakları sağır eden.

Herkeslerin yabancı olduğu bir zamanda tanıdıklar, dostlar düştü ortaya. Feryada ağıtlar yaktılar. Nedensiz sorgulamalar içindeydi gözleri.

Kim? Neden? Soruları soruldu, denk gelinen gözlere, ağlarken. Susmak bilmedi gözyaşları. Bir çağlayan misali suladı kurak toprakları. Apansız bir ayrılığın sancıları çekiliyordu. Çok sevilen ve hiç ölmeyecek sanılan birinden ayrılmanın üzüntüsü. Kızardı gözleri usulca, yavaş yavaş, acıttı birçok kalbi, yaraladı. Unutulmayacak bir hatıra olmak üzere kalplerde yerini sağlamlaştıran, minnet duyulan, cennetlik olduğuna inanılan kişiye akıtıldı ne varsa. Öfke, nefret, sevgi, aşk ve bütün duygular. Anlamlı anlamsız cümleler kuruldu. Kelimeler öz belleklerinden fırladı. Anlam kargaşası yaşadılar kendilerine inanamadan, kendilerinden geçtiler, anlamlarından anlamlar seçtiler.

Çok değil daha gideli birkaç ay olmuştu ailesinden ayrılalı. Adı Memati’ydi. Önce adı ve bedeni ayrıldı sevdiklerinden. Çok geçmeden acı haberi geldi. Ruhunu teslim etmişti Azrail’e. Neyi var neyi yoksa bırakıp gitmişti. Bir şehitti. Alnı aktı, gözü pekti. Askerlik çağı geldiğinde bütün Türk gençleri gibi o da yerini almıştı. Vatanını savunacaktı, sevdiklerini, sevmediklerini belki nefret ettiklerini bile. Ama önce vatandı, milli sınırlar önemliydi. Bir insanın canından bile. Hiç anlam veremediği bir kargaşada hiç anlam veremediği kurşunlara hedef olmuştu. Sevdikleri ölmesin diye ölmüştü fakat kabullenmek zordu.

Annesi Zekiye Hanım el bebek gül bebek büyütmüştü, uçan kuştan sakınmıştı onu. Şimdi kuşlar uçuyordu cenazesinde ve ruhu kanatlanmıştı gökyüzünde. Dayanamadı acı habere Zekiye Hanım duyduğunda kulaklarına inanmak istememişti. Zaten o askere gittiğinden beridir televizyonda haber izlemiyor, gazetelere bakmıyordu. Yetimdi Memati. Babasını sadece resimlerden görmüştü. Babası da kendisi gibi kahraman bir Türk genciydi. O da şehit olmuştu. Babasını o kadar özlüyordu ki, askere gittiğinden beri dua eder olmuştu… “Allah’ım beni de babam gibi şehit olan kullarından eyle” diyordu. Askerliğinin 33.gününde şehit olmuştu. Kelime-i Şehadet getirmeye vakti olmuş, vurulduğunda yanında olan arkadaşı Mustafa ve komutanı Binbaşı Mehmet bey söylemişti. Tek kurşun isabet etmişti, tam kalbine ama vurulan sadece Memati değildi. Onunla birlikte annesi Zekiye Hanım, kız kardeşi Fatma ve bir ömürlük sevgilisi, 6 yaşından beri her şeyi beraber yaşadıkları Emel’de ölmüştü. Ruhları geziniyordu dünya semalarında ama akılları Memati’nin ruhunun sonsuzluğa uçuşuna takılmıştı. Onsuz hayatlarının anlamsızlığına.

Bir yağmur başladı bardaktan boşanırcasına. Evin içinde akan gözyaşlarından tek farkı çakan şimşekler ve düşen yıldırımlardı. Önce çatılar ıslandı yağmurla. Sonra gözyaşlarıyla taziyeye gelen herkes. Bir yağmur başlamıştı durmak bilmiyordu. Dışarıda şimşekler çakıyor evde feryatlar ağıtlar bir senfoni edasıyla evin duvarlarında yankılanıyordu. Taziyeye gelenler de dayanamıyorlardı artık. İçeri girenler birkaç dakika sonra başka üzüntülerin, kederlerin birikintilerini Memati’nin toprağını sulamak için kullanıyorlardı. Bu ağır ve acıklı senfoni artık ağlamaktan yorulan ve sesi kesilen bedenlerin bayılmalarıyla kesilir gibi oldu. Ama acı bitmiyor aksine katlanıyordu. Binbir düşünce dolanıyordu sevdiklerinin akıllarında. Gelecek planları, geçmişteki anıları ve şimdiki zamanın acısı.

Sabah olunca uyumayan, göz pınarlarını kurutan gözler kapanmadan güne devam ettiler. Cenaze defnedilecekti. Sevenler onları en çok seveni toprağa terk edecekti. Bir ayrılık senaryosu yazmıştı birileri. Ve oyuncular son perdede en iyi performanslarını sergiliyorlardı. Biri gitmişti. Kalanların sevmelerine, ağıtlarına, hasret cümlelerine inat gitmişti ve geri dönmeyecekti.

Beden alındı omuzlara ve hak ettiği şekilde uğurlandı toprağa. Dualar savruldular havaya. Herkes nasibine düşeni çaldı hak etmeseler de. Ve sevenler son bir gayret tekrar başladılar senfonilerine. Gidene inat, ölümüne feryat ettiler. Birileri daha öldü o gün. Kimse anlamadı kim öldü. Mezara gömülen Zekiye Hanımdı. Arkasından ağlayan Fatma ve bunları göremeyen, duyamayan Memati.

Emel ise istediğini almıştı, Memati kollarındaydı, ama Memati’nin kollarında kimse yoktu. Hatta kolları bile…

16 Şubat 2009 Pazartesi

Ben Ağlarım

Kutsal bir göreve adanmış ruhlarımız
Bedenlerimiz aracı olmuş
Bir vesile lazımdı bulamadık
Ben ağladım...
Sözlerim kifayetsiz kalırken
Adımlarına basarak yürümeye çalışıyorum
Kokunu ne kadar özlemişim
Sen üzme kendini, özleme beni
Ben ağlarım...
Sancısız sevda olmazmış derler
Bütün vücudum esirin artık
Nefes alamaz olmuş dudaklarım
Ben ağladım...
Gökyüzünde bir yıldızmışsın gibi
Gözlerimi çevirdim gökyüzüne
Sana bakmak gözlerinde gökkuşağı olmak
Ben ağladım...
Bana bakmaya kalkma sakın
Sen yukarılarda bir yerde ol,
Rütbesi, şanı yüksek olsun aşkımızın
Ben ağlarım...
Kavuşma hayalleri kurma sakın
Efsane olmak değil miydi istediğimiz?
Ramak kaldı dayan ve sen üzülme aşkım
Ben ağlarım...
Yelken açamadığımız her mevsime inat
Baharda kaldı avuçlarım, ılık ve nemli
Her şeyi anımsattı vurduğun tokat
Ben ağladım...
Bir bahar akşamı rastlamıştım sana gene
Avuçlarında hala sıcaklığım vardı
O ağacın altını şimdi ben anıyorum
Ben ağladım...
Ruhum bedenimden ayrılır gibi
Sarılamıyorum, öpemiyorum bile seni
Sesin kulaklarımda çınlıyor, diyor ki;
Ben ağladım...
Biçimsiz kelimeler, anlamsız cümlelerim var
Ne anlattığına, ne ifade ettiğine bakmadığım
İki kelime kaldı aklımda senin söylediğin
Ben ağladım...
Gözlerimin ilkbaharında, gözlerini arıyorum
Bir ışık ver, renklensin gözyaşlarım
Çıksın gökkuşağımız, açılsın kollarımız
Ben ağladım.
Süzüldü gözlerimden bir damla yaş
Işığınla buluştu bir yerlerde
Gökkuşağı çıktı ortaya ve senin her rengin
Ben ağladım...